Thursday 9 December 2010

Precious!

Sizinle hayatın anlamını tartışmayacağım. Varlığı konumlandırmaya çalışmayacağım kollarınızda. Kendimi yeniden inşa faaliyetlerine de ara verdim üstelik; en azından bu çabalarıma tekrar hız vermemi gerektirecek yeni bir depresyon dalgası yaşayıncaya kadar. Küçük harflerle düşüneceğim ve küçük harflerle konuşacağım. Kendimce yani. Küçük ama değerli! Ne değerimi süslü cümlelerle ispatlamaya çalışacağım, ne de bunun nedenini açıklamaya çalışarak kendimle çelişeceğim. İthal şeyler çoğu zaman alerjik gelmiştir bana. Bu yüzden diyorum ki; sizinle sadece siz olarak muhatap olacağım. Size ait olmayan sözlerle, düşlerle, gülüşlerle, görüşlerle, görünüşlerle vaktimizi ziyan etmeyiniz, çok rica ediyorum. Zihnim bunlarla yeterince dolu. Nedir? Edebi sohbetler yapmak için nitelikli insan avına mı çıktınız? Lacan'dan, Zizek'ten, Deleuze'den mi bahsedeceksiniz karşı karşıya dikildiğimizde? Kendimi çok sıkıcı bulurum, haberiniz olsun. Kendini beğenmiş değilim, fakat etrafta gelişen şeyleri algılamakta bazen bir koalayı andıracak kadar yavaş davranırım. Bırakmışımdır herşeyi, kendim de dâhil olmak üzere. Fakat bu bırakış bezginliğin bir nişanesi değildir. Asla! Tarifi imkânsız bir "anxiety" ile açıklanabilir belki. Varlığa yapışan, ama yapıştıkça ürken, ürperen, irkilen bir dimağın hal-i pür melali bu. Çelişkilerle doluyum. Bildiniz! Bu durumu önemsemediğimi de biliniz, lütfen. Hayatın bizzat kendisi zaten bir çelişkinin sonucu değil mi?

No comments:

Post a Comment